Latin Amerika Medeniyetleri

Benjamin Keen’in The History of Latin America (sayfa 7:16) adllı kitabından Öğrencim Elifnur Bozçam tarafından yapılan çeviriyi sizlerle paylaşıyorum. Bu çeviride kısaca kıtanın fethi öncesindeki latin amerika medeniyetleri anlatılmaktadır.

Latin Amerika Medeniyetleri
Latin Amerika Medeniyetleri

En az on bin yıl boyunca Yeni Dünya (Latin Amerika Medeniyetleri), Eski Dünya’dan fiilen tecrit edilmiş olarak yaşadı. Amerika ile Asya arasında şüphesiz ara sıra ve geçici temaslar meydana geldi ve muhtemelen bazı kültürel özelliklerin aktarımı gerçekleşti. Ancak, kültürel açıdan Yerli Amerika’nın gelişimi (Latin Amerika Medeniyetleri), öncelikle her bir yerli topluluğun kendi içindeki ilişkileri, bunların birbirleriyle çoğu zaman çelişkili ilişkilerini ve maddi çevre ile etkileşimlerini yansıtıyordu. Antik Amerika(Latin Amerika Medeniyetleri) , binlerce yıllık tecrit döneminde, yerli toplulukların kendi özel çevrelerine çeşitli şekillerde uyum sağlayarak kendi kaderlerini belirledikleri benzersiz bir sosyal laboratuvardı. 1492’ye gelindiğinde bu süreç, erken insan kültürel evrim kalıplarının temelde tüm dünyada benzer olduğunu öne süren sonuçlar üretmişti. İlk Avrupalılar, yerli toplulukları, Eski Dünya’nın bazı bölgelerinde yaşananlarla hemen hemen aynı kültürel gelişim aşamalarında buldular: Eski Taş Devri avcıları ve yiyecek toplayıcıları, Yeni Taş Devri çiftçileri ve Tunç Devri Mısır’ı ve Mezopotamya kadar karmaşık imparatorluklar. Eski Amerika’nın sakinleri, birkaç Asya tipi fiziksel tipin karışımıydı. Koyu renk gözleri, düz veya dalgalı siyah saçları ve sarımsı veya bakır tenleri vardı. Onların uzak ataları, muhtemelen kırk bin yıl kadar önce bir tarihte başlayan ve yaklaşık MÖ 10.000 yılına kadar devam eden göç dalgalarıyla Bering Boğazı’nı geçerek Asya’dan gelmişlerdi. Bununla birlikte, birçok tartışma, Amerika’daki ilk insan yerleşiminin yaklaşık tarihi sorununu içeriyor. Bazı arkeologlar, Kuzey ve Güney Amerika’da bulunan sözde Folsom taş mermi noktalarının tarihlenmesine dayanarak, bu tür bir yerleşimin yaklaşık on iki bin yıl önce başladığına dair geleneksel görüşü çürütecek hiçbir sağlam kanıt bulunmadığını savunuyorlar.

Revizyonistler, özellikle Şili ve Brezilya’da çok daha erken bir yerleşimi düşündüren keşiflere işaret ediyor. Son zamanlarda, böylesi daha eski bir yerleşimin lehine olan argümanlar, Antik Amerika’da konuşulan birçok dilin oluşumu için gereken muazzam zaman aralığını hesaba katan dilbilimsel kanıtlarla güçlendirildi. İki göç dalgası gerçekleşmiş gibi görünüyor. İlki, yabani meyve toplayarak, balık tutarak ve küçük hayvanları avlayarak yaşayan son derece ilkel grupları getirdi. Son zamanlarda yapılan bir arkeolojik keşif, bu ilkel avcı ve toplayıcıların yaklaşık yirmi iki bin yıl önce Peru’dan geçtiğini gösteriyor. İkinci göç serisi, selefleri gibi kıtaya yayılan büyük av avcılarını getirdi. MÖ 9000’de, bu Asyalı işgalciler veya onların soyundan gelenler kıtanın güney ucu olan Patagonya’ya ulaştı. Amerika’nın bu ilk kolonizasyonu, büyük iklim değişikliklerinin olduğu bir dönem olan Pleistosen olarak bilinen büyük jeolojik çağın son bölümünde gerçekleşti. Buz örtülerinin Eski ve Yeni Dünyaların geniş alanlarını kapladığı buzul çağları, sıcaklıkların yaklaşık olarak günümüz seviyelerine yükseldiği erime dönemleriyle dönüşümlü olarak gerçekleşti. Buzsuz bölgelerde bile, buzul çağlarında yağış genellikle belirgin bir şekilde arttı ve birçok karşılaşma varyantını destekler biçimde otlakların ve ormanlık alanların yemyeşil büyümesini sağladı. Sonuç olarak, bu dönemde Amerika’nın büyük bir bölümü bir avcı cennetiydi. Ovalarında ve ormanlarında birçok büyük tarih öncesi canlı dolaşıyordu. Tarih öncesi avcıların mermi noktaları, Amerika’nın bir ucundan diğerine bu tür hayvanların kalıntılarının yakınında bulundu. MÖ 9000 civarında, şiddetli iklim değişikliklerinin eşlik ettiği son büyük buzullaşmanın (Wisconsin) geri çekilmesi, av ekonomisi için bir krize neden oldu. Geniş alanlara daha sıcak, daha kuru bir iklim yerleşti. Çayırlar azaldı ve buralarda otlayan büyük hayvanlar yavaş yavaş öldü. Geç Pleistosen avcılığının gelişmiş teknikleri de bu hayvanların yok olmasına katkıda bulunmuş olabilir. Avcı halk artık değişen çevrelerine uyum sağlamak ya da onları besleyen hayvanlarla birlikte ortadan kaybolmak zorundaydı. Güneybatı Birleşik Eyaletler, kuzey Meksika ve diğer bölgeler, yeni koşullara başarılı bir uyumun arkeolojik kanıtlarını sunuyor. Burada insanlar, geyik ve tavşan gibi daha küçük hayvanlar ve yenilebilir, yabani bitkilerde, özellikle de öğütülerek lezzetli bir yemek haline getirilen tohumlar yoluyla besin buluyordu. Bu yeni yaşam tarzı sonunda tarımın gelişmesine yol açtı. İlk başta, tarım yalnızca eski avcılık ve yiyecek toplama uğraşlarını tamamladı; kullanımının “tarım devrimi” oluşturduğu söylenemez. Yiyecek toplamadan yiyecek üretmeye geçiş, büyük olasılıkla, yenilebilir yabani bitkilerin yerini kademeli olarak alan daha fazla evcilleştirilmiş bitkinin kademeli olarak biriktirilmesiydi.

Latin Amerika Tarihi
Latin Amerika Medeniyetleri

Son derece uzun bir süre boyunca, daha önce avlanma ve bitki toplamaya ayrılan zaman ve enerji, temizleme, dikim, yabani otları temizleme, bahçıvanlık, toplama, hasat ve yiyecek hazırlama gibi tarımsal faaliyetlere yönlendirildi. Ancak uzun vadede, Eski Dünya’da olduğu gibi Yeni Dünya’da da tarımın devrimci etkileri oldu: insanlar daha disiplinli ve yerleşik bir yaşam sürmeye başladı, yiyecek arzı arttı, nüfus arttı ve işbölümü mümkün hale geldi. Arkeologlar, Meksika dağlık bölgelerindeki mağaralarda, yavaş yavaş evcilleştirilen yabani bitkileri buldular; en önemlileri arasında balkabağı, fasulye ve mısır bulunur. Bu bitkilerin evcilleştirilmesi muhtemelen MÖ 7000 ile 2300 arasında gerçekleşti. Bu başarılar arasında hiçbiri, Eski Amerika’nın büyük kültürlerinin temel dayanağı olan mısırın evcilleştirilmesinden daha önemli değildi. Manioc (temel gıda olarak tropik bölgelerde yetiştirilen nişastalı bir kök) ve patates (Peru’da), MÖ 5000 ile 1000 yılları arasında evcilleştirilen önemli bitkiler listesine eklendi. Tarım, geldiği yerden veya çıkış yerlerinden hızla Amerika kıtalarına yayıldı. 1492’de mısır, günümüz Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey sınırından Şili’ye kadar ekiliyordu. Ancak tüm yerli halklar tarımı bir yaşam biçimi olarak benimsemedi. Güney Amerika’nın uzak ucundaki Tierra del Fuego’nun kasvetli çoraklıklarında yaşayanlar gibi bazıları, şiddetli iklim koşulları nedeniyle ya avlanıp yiyecek toplamaya ya da aç kalmaya mecburdu. Balıklarla dolu sularda ve av hayvanlarıyla dolu ormanlarda yaşayan Pasifik’in kuzeybatı kıyılarının müreffeh, yerleşik halklarının iyi yaşamlarını tarım lehine terk etmek için hiçbir nedenleri yoktu.

Latin Amerika Medeniyetleri

Latin Amerika Medeniyetlerinde tarımın temel ekonomik faaliyet haline geldiği yerlerde, verimi, toprak verimliliği ve iklim gibi doğal faktörlere ve kullanılan çiftçilik tekniklerine bağlıydı. Orman insanları genellikle kesme ve yakma yöntemini kullandılar. Ağaçlar ve çalılar kesilip yakıldı ve temizlenen alana bir kazma çubuğuyla mısır veya diğer zımbalar ekildi. Bu yöntem kısa sürede toprağı tükettiğinden, açıklığın nadasa bırakılması ve yenisinin yapılması gerekiyordu. Bu süreç nihayete erdikten sonra, tüm köy yeni bir yere taşınmak ya da her aile grubuna kendi ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli arazi sağlayacak dağınık bir yerleşim modelini benimsemek zorunda kaldı. Kes ve yak tarımı, bu nedenle, onu kullananların kültürel gelişimini genellikle keskin bir şekilde sınırlayan yapısal bir zayıflığa sahipti. Güçlü, denetleyici bir otoritenin en azından geçici olarak bu yöntemin kusurlarının üstesinden gelebileceği Latin Amerika Medeniyetlerinden Mayaların başarısından dolayı ileri sürülüyor, Latin Amerika Medeniyetlerinden Mayaların parlak uygarlıkları tropikal bir orman ortamında, güçlü bir rahiplik tarafından yönetilen kesip yak çiftçilik temelinde ortaya çıktı. ancak çok erken zamanlardan beri bunun daha yoğun tarım yöntemleriyle desteklendiğine dair çok sayıda kanıt var. Orta Amerika’nın engebeli dağlık bölgelerinde ve And altiplano’da ve Peru’nun çöl kıyılarında daha verimli bir tarım gelişti. Ilıman bir iklime ve doğal olarak zengin bir toprağa sahip olan bu tür kurak veya yarı kurak ülkede, toprak kazma-çubuk yöntemleriyle daha kolay işlenebilir ve verimliliğinin daha uzun süre korunabilmesi mümkündür. En önemlisi, daha büyük nüfuslara ve daha büyük bir işbölümüne yol açan sulama yardımı ile gıda üretimi artırılabilir. Sulama projelerinde işbirliği ve düzenleme ihtiyacı, güçlü merkezi hükümetlerin yükselişini ve yetkilerinin daha geniş alanlara yayılmasını destekledi.

Latin Amerika Medeniyetlerinden Aztek ve İnka imparatorlukları bu türden doğal ortamlarda ortaya çıktı. Son olarak, İspanyol Fethinin arifesinde Amerika kıtalarında yaşayan çok sayıda insan grubu, geçim kaynaklarına ve toplumsal örgütlenmelerinin karmaşıklığına göre üç düzeyde veya kategoride sınıflandırılabilir: kabile, şeflik ve devlet. Bu kategoriler, genel kültürel evrimdeki aşamalara karşılık gelir. Bu en basit veya en ilkel olan grup olan kabile seviyeleri, genellikle üretkenliği keskin bir şekilde sınırlayan zorlu ortamlarla (yoğun ormanlar; ovalar veya aşırı ıslak, kuru veya soğuk alanlar) ilişkiliydi. Avlanmaya, balık tutmaya ve toplayıcılığa dayanan küçük, eşitlikçi gruplar değişen bir tarım veya bu faaliyetlerin bir kombinasyonu olarak karakterize edilebilir;. Avcı ve toplayıcı gruplar tipik olarak göçebeydi, av hayvanlarının ve yenilebilir bitkilerin mevsimsel mevcudiyetine göre belirli bir bölge içinde döngüsel bir modelde göç ediyorlardı. Avcılığı, balıkçılığı ve toplayıcılığı kesip yakarak tarımla destekleyen gruplar yarı yerleşikti. Geçim tabanının çoğu zaman istikrarsız doğası, çete ve kabile nüfus yoğunluklarını düşük tutma ve bir işbölümünün gelişmesini engelleme eğilimindeydi. Bu seviyedeki sosyal birim, özerk bir grup ya da bir köydü; gerçek ya da hayali akrabalık bağlarıyla birbirine bağlanan çetelerin ya da köylerin gevşek birliği bir kabile oluşturuyordu. Sosyal tabakalaşma bilinmiyordu; grubun tüm üyelerinin avlanma ve balık tutma alanlarına ve arazisine erişimi vardı.

Latin Amerika Medeniyetlerinin köy ve kabile liderleri veya şefleri, yetkilerini savaştaki hünerlerine veya diğer olağanüstü yeteneklerine borçluydu; yetkilerinin kullanımı bir av, askeri operasyon veya başka bir toplumsal faaliyet süresiyle sınırlıydı. Bu eşitlikçi toplumların tipik örneği, Amazon havzasının birçok Brezilyalı kabilesiydi. Yaşam tarzlarının sık görülen bir özelliği, amacı mahkumları yakalamak olan sürekli kabileler arası savaştı. Haftalarca veya aylarca alıkonulduktan sonra, yakalanan savaşçılar ritüel olarak idam edilirdi ve etleri, manevi güç kazanmak ve kabile kan davasını sürdürmek için kabile üyeleri tarafından pişirilip yenirdi. Seyahat notlarında geleneklerini okuyan ve Fransa’ya getirilen bazı Brezilyalı Kızılderililerle tanışan on altıncı yüzyıl Fransız filozofu Michel de Montaigne, onların demokratik ruhlarından ve aşırı yoksulluk ve zenginlik gibi bildik Avrupa zıtlıklarından hür olmalarından çok etkilenmişti. Bu izlenimleri, medeniyetin ahlaksızlıklarından arınmış bir tür ahlaki mükemmelliği temsil eden masum yamyam soylu vahşinin etkili bir edebi portresini çizmek için kullandı. Yerli toplumsal örgütlenmenin ikinci kategorisi olan şeflik, bir ara düzeyi temsil ediyordu. En yaygın olarak, şefliğin geçim kaynağı, köyünde yaşayan yoğun bir nüfusu destekleyen yoğun çiftçilikti. Bu köyler özerkliklerini kaybetmişlerdi ve ast şeflerden oluşan bir hiyerarşi tarafından desteklenen üstün bir şef tarafından seçkin bir merkezden yönetiliyordu.

Latin Amerika Medeniyetlerinde rütbe, şeflik sosyal organizasyonunda önemli bir unsurdu, ancak akrabalık terimleriyle tanımlanıyordu. Bireyler, genellikle kutsal bir karaktere atfedilen ve büyük bir memur ve hizmetkar maiyetinin eşlik ettiği en önemli şefe olan soy yakınlıklarına göre sıralanırdı. En önemli şef, haraç ödemesi ve zorunlu bağışlar talep ederek grubun fazla üretimine el koyardı; bu artığın çoğunu yetkililere, hizmetlilere ve savaşçılara seçici yeniden dağıtım için kullanırdı ve böylece kendi gücünü arttırırdı. Şeflikler arasındaki savaş çok yaygındı ve muhtemelen kökenlerinde komşu köylerin birleşmesi yoluyla yayılmasında belirleyici bir rol oynadı. Köleleştirilmiş ve sahipleri için çalıştırılan tutsakların alınmasına yol açan savaş, yeni başlayan toplumsal tabakalaşmanın büyümesine de katkıda bulundu. İspanyol Fethinin arifesinde eski Amerika’da çok sayıda şeflik vardı ve en büyük sayıları Karayip Çevresi bölgesinde (Panama, Kosta Rika, kuzey Kolombiya ve Venezuela; ve Hispaniola, Porto Riko, Jamaika ve Küba adaları dahil) vardı. ). Yalnızca Kolombiya’nın Cauca Vadisi’nde en az seksen beylik bulunuyordu. Kolombiya’nın doğu dağlık bölgelerinde bulunan karmaşık, yoğun nüfuslu Chibcha veya Muisca beylikleri, bu düzeyde bir toplumsal ve siyasi bütünleşmeyi örneklemeye hizmet edebilir. Geçimlerini yoğun tarım ve balıkçılıkla sağlıyorlardı ve avcılık önemli bir tamamlayıcı faaliyetti. Tarımsal teknikler büyük olasılıkla teraslama ve çıkıntılı dikim yataklarının (nemi kontrol etmek için ıslak havza zeminlerinin üzerine yükseltilmiş) yanı sıra kesip yakma yöntemlerini içeriyordu. Mısıra ek olarak, bu şeflikler patates, kinoa (karabuğdaya benzeyen dayanıklı bir tahıl) ve çok çeşitli başka bitkiler yetiştirdiler. El sanatları – çömlekçilik, dokuma ve metalurji – oldukça gelişmişti. Görkemli altın işleri, antik Amerika’daki bu türden en iyi eserler arasında yer alıyor. İspanyol Fethi sırasında, Muisca bölgesinin çoğu, sırasıyla Bogotá ve Tunja merkezli iki rakip beyliğin hakimiyetindeydi; bölgenin nüfusu yaklaşık 1,5 milyon olarak tahmin edilmiştir. Muisca, birkaç yüz ila birkaç bin kişinin yaşadığı büyük köylerde yaşıyordu.

Her köy sırıklı ve sazdan evlerden oluşuyordu ve bir çitle çevriliydi. Toplum, sıradanlar ve seçkinler olarak bölünmüştü ve her iki bölüme bağlılık, farklı haklar ve yükümlülükler gerektiriyordu. Halk, fazla üretimin dağıtımını ve tüketimini kontrol eden şeflerin ve soyluların desteği için mal ve emek olarak haraç borçluydu. Şeflik, bir sonraki ve en yüksek örgütlenme aşamasına, bazen uygarlık ya da daha basit bir ifadeyle toplumsal ve siyasi bütünleşmenin devlet düzeyi olarak adlandırılan geçişe işaret eder. Özellikle daha büyük ve daha karmaşık beylikler söz konusu olduğunda, iki aşama arasındaki ayrım çizgisini çizmek zordur, çünkü devlet, beylikte zaten var olan eğilimlerin genişlemesini ve derinleşmesini yansıtıyordu. Artık çiftçilikle uğraşmayan zanaatkar gruplarının oluşumu, dini ve entelektüel faaliyetlerden sorumlu bir rahipliğin yükselişi, ayrı bir savaşçı sınıfın yükselişi ve devletin yönetimine emanet edilmiş bir bürokrasinin gösterdiği işbölümü ve uzmanlaşmada bir büyüme vardı. Bu değişikliklere yoğunlaştırılmış toplumsal tabakalaşma ve buna tekabül eden ideolojik değişiklikler eşlik etti. Asil şefi ve seçkinleri halkla fiilen veya teoride birleştiren akrabalık bağları zayıfladı veya dağıldı ve emeği onu destekleyen halktan ayrı bir köken iddia eden bir yönetici grupla gerçek bir sınıf yapısı ortaya çıktı. Devletin başında, bazen ilahi niteliklere sahip bir rahip-kral veya imparator duruyordu.

Eyalet düzeyindeki örgütlenme, genellikle sulama, teraslama ve diğer gelişmiş tekniklerin büyük ölçüde kullanıldığı yoğun bir tarıma dayalı yüksek üretkenliğe sahip bir teknolojik temel gerektiriyordu. Devlet, daha büyük boyutu ve nüfusu, bazen profesyonel bir tüccar sınıfının ortaya çıkışı ve gerçek şehirlerin yükselişi ile birlikte bölgeler arasında artan mal mübadelesi bakımından şeflikten farklıydı. Bu şehirler, nüfus, yönetim ve sanayi merkezleri olmalarının yanı sıra, beyliklerde görülmeyen anıtsal mimariye sahip inanç merkezleriydi. Aztek, Maya ve İnka toplumları devlet örgütlenmesinin en iyi bilinen örneklerini sunar. Eski Amerika’da şeflikten devlete niteliksel sıçramada belirleyici faktörler nelerdi? Bazıları, bölgesel fethe yol açan savaşı bu süreçte ana itici güç olarak görüyor; diğerleri, devletin öncelikle ekonomik olarak tabakalaşmış sınıflar arasındaki iç çatışmayı çözmek için zorlayıcı bir mekanizma olarak ortaya çıktığına inanıyor. Diğerleri, seçkinlerin halklar ve onların kaynakları üzerindeki merkezi kontrolünü teşvik etmede dini ideolojinin önemini vurguluyor. Bütün bu faktörler devletin oluşum sürecinde rol oynamıştır. Kesin olan şey, az önce belirtildiği gibi, erken dönem devletlerin, özellikle de en yüksek biçimi olan imparatorluğun oluşumu için belirli çevre koşullarının diğerlerinden daha elverişli olduğudur. Gerçekten de, bu tür durumların, Kuzey Amerika’nın kazma çubuklarına karşı dayanıklı olan sert çimenli ovaları veya genellikle geçici olarak çiftçiliğe uygun olduğu düşünülen kes ve yak biçimindeki Amazon yağmur ormanları gibi doğal ortamlarda ortaya çıkmış olabileceği şüphelidir. Uzmanlar genellikle devletlerin ve imparatorlukların yükselişi için gerekli çevresel koşulları bir araya getiren tercih edilen bölgeyi Nükleer Amerika olarak adlandırır. Antropologlar ve tarihçiler tarafından yapılan araştırmalar sonucunda Antik Amerika hakkında bilgiler hızla artıyor. Öğrenciler, Eski Amerika uygarlıklarının karmaşıklığından daha çok etkilenirler ve bunları genellikle eski Mısır ve Mezopotamya gibi gelişmiş Eski Dünya kültürleriyle karşılaştırırlar. Eski Amerika’nın nüfus tarihiyle ilgili son araştırmalar, kültürel başarısına duyulan saygının artmasına katkıda bulundu.

Pek çok sosyal bilimcinin yaptığı gibi, nüfus yoğunluğunun belirli bir teknolojik ve kültürel düzeyle ilişkili olduğunu varsayarsak, o zaman 1492’deki yerli nüfusa ilişkin yüksek bir tahmin bir dereceye kadardır. Arkeologlar, yakın zamanda, adanın kıyıları boyunca çeşitli alanlarda kanıtlar buldular;Ayrıntılı çanak çömlekler, yükseltilmiş tarlalar ve büyük şef heykelleriyle karmaşık toplumların Amazon’u. Ancak bu eski Amazon toplumlarının hiçbiri beylik düzeyinin ötesine geçmemiş gibi görünüyor ve kökenleri ve nüfuslarının büyüklüğü ile ilgili sorular devam ediyor. Sosyal başarısının ve yıkıntıları üzerinde yükselen sömürge toplumlarının bir yargısı. Bununla birlikte, Amerika’nın Fetih öncesi nüfusu konusu, keskin, bazen acı tartışmalara yol açtı. Yeni Dünya’ya gelen ilk İspanyollar çok yoğun bir nüfus bildirdiler. Hispaniola’nın (modern Haiti ve Dominik Cumhuriyeti) yerli nüfusuna ilişkin bazı erken tahminler 2 ila 4 milyon arasında değişiyordu. 1524’te Meksika’ya gelen ve Motolinía olarak bilinen ünlü misyoner, hiçbir rakam vermemekle birlikte, orada yaşayanların sayısının “kırdaki çimenler kadar” olduğunu yazdı. İnka İmparatorluğu ve Orta Amerika için de büyük yoğunluklar bildirildi. Yirminci yüzyılda, bu ilk raporları değerlendiren akademisyenler iki gruba ayrılma eğilimindeydiler. Bazıları onları genel olarak inandırıcı buldu; 1920’lerde Amerikalı arkeolog H. J. Spinden ve Alman arkeolog Karl Sapper, yerli teknoloji ve kaynakları dikkate alarak, tüm Yeni Dünya için 40 ila 50 milyon gibi aynı toplamları buldular. ABD’li antropolog A. L. Kroeber ve Arjantinli bilim adamı Angel Rosenblat gibi diğerleri, bu teknolojinin ilk kaynaklar tarafından belirtilen yoğunlukları destekleyemeyeceği ve İspanyolların fatihler ve misyonerler olarak kendi başarılarını artırmak için buldukları insan sayısını bilinçli veya bilinçsiz olarak abarttıkları sonucuna vardılar.

Kroeber, 8.400.000’lik bir yarım küre tahmini yaptı; Rosenblat bu rakamı 13.385.000’e çıkardı. 1940’lardan başlayarak, California Üniversitesi’nden üç profesör, Woodrow Borah, Sherburne Cook ve Lesley B. Simpson, antik Meksika’ya odaklanan dikkate değer bir dizi çalışmayla Antik Amerika’nın demografik tarihine yeni bir araştırma hattı açtı. Berkeley okulu, çeşitli kayıtlar ve gelişmiş istatistiksel yöntemler kullanarak, haraç amacıyla İspanyol sayımlarından oluşturulan bir tabandan geriye doğru projeksiyon yaptı ve Fetih arifesinde Orta Meksika için 25.3 milyonluk bir nüfus rakamına ulaştı. Daha sonra Cook ve Borah araştırmalarını başka alanlara da genişletti. 1492’de Hispaniola’nın nüfusuyla ilgili vardıkları sonuçlar özellikle çarpıcıdır. Adanın nüfusuyla ilgili önceki tahminler, 600.000 ile 3 ila 4 milyon arasında değişiyordu. ancak bu yüksek rakamlar uzun süredir bir “Kara Efsane” meraklılarının abartıları olarak görülüyordu. 1492 ile 1520 yılları arasında Hispaniola’nın yerli nüfusu hakkında yapılan bir dizi beyan ve tahminin dikkatli bir şekilde incelenmesinden sonra Cook ve Borah, Las Casas’ın rakamlarının güvenilirliğini doğrulamakla kalmadı, 7 ila 8 milyon gibi daha da yüksek olası rakamlar önerdi. Borah’ın 1964’te, 1492’de Amerika’nın nüfusunun “100 milyondan fazla” olabileceği yönündeki önerisi dışında, Berkeley okulu, kıtanın Kolomb öncesi nüfusunu bir bütün olarak tahmin etmeye çalışmadı.

Bu türden sistematik bir çaba ABD’li antropolog Henry Dobyns tarafından yapılmıştır. Yerli nüfusun, Avrupalılarla temastan sonra, öncelikle bağışıklık kazanmadıkları yeni hastalıkların bir sonucu olarak kabaca yüzde 95 oranında azaldığını varsayarak, Fetih öncesi nüfusun 90 ila 112 milyon arasında olduğunu tahmin etti; bu rakamın her birine 30 milyonu orta Meksika ve Peru’ya tahsis etti. Berkeley okulunun ve Dobyns’in bulguları ve yöntemleri güçlü bir muhalefete neden oldu; bu yüksek bulgulardan iki önemli muhalif, William T. Sanders ve David Henige’dir. Bununla birlikte, genel olarak, bu alanda son yarım yüzyıldır yapılan araştırmaların kanıtları, oldukça tutarlı bir şekilde, daha önce kabul edilenden daha büyük popülasyonlara işaret etmektedir. Hem Berkeley okulunun bulgularını hem de eleştirmenlerini hesaba katarak bu kanıttan genelleme yapma çabalarından biri, toplam nüfusun 57,3 milyon olduğunu varsayan William T. Denevan’ınkidir – Kroeber’in 1939’daki 8,4 milyon tahmininden çok uzaktır. . Akademisyenler ayrıca Eski Amerika’da uzun vadeli nüfus eğilimleri oluşturmaya çalıştılar. Genel olarak, Woodrow Borah’ın sözleriyle, “Amerikan Kızılderililerinin nispeten daha az hastalığı olduğu ve sel veya kuraklık gibi mahsulün bozulmasına neden olan doğal afetler dışında, görünüşe göre özellikle sağlıklı oldukları” konusunda genel bir fikir birliği var. 1492 yılına kadar izolasyonları onları çiçek hastalığı, kızamık ve tifüs gibi Rönesans döneminde Eski Dünya’da oluşan birleşik hastalık havuzundan korudu. Avrupa teması olmadığı varsayıldığında, uzun vadeli perspektifin ne olabileceği sorunludur. Pek çok bölgede yerli halklar, genellikle mısır-fasulye-kabak üçlüsüne dayanan, avcı-toplayıcı ve değişen kes-yak-tarımı birleştiren, sürdürülebilir ve ekosisteme çok az zarar veren bir Batı Hint Adaları’nın Taino’su, içine manyok, tatlı patates ve çeşitli fasulye ve kabakların ekildiği, conucos adı verilen diz boyu tümseklerden oluşan kalıcı tarlalara dayanan sofistike bir tarım biçimi geliştirmişti. Bu yöntem erozyonu geciktirdi ve “en basit yöntemlerle ve mütevazı emekle sürekli tedarikte en yüksek gıda getirisini sağladı.” Bu tür alanlarda gıda kaynakları üzerinde herhangi bir nüfus baskısı olduğuna dair çok az kanıt bulunmaktadır. Öte yandan, tarihsel demograflar, Aztek İmparatorluğu’nda yaklaşan bir krizin kanıtlarını buldular; Borah kasvetli bir şekilde şu gözlemde bulundu: “On beşinci yüzyılın sonunda, Avrupa fetihleri ​​olmasaydı bile Orta Meksika’nın Kızılderili nüfusu ölüme mahkum edilmişti.” Ve akademisyenler artık, kıt kaynaklar üzerindeki nüfus baskısının, Orta Amerika’nın klasik Maya uygarlığının çöküşünde önemli bir rol oynamış olabileceğine inanıyorlar. Kanıtlar, kronik yetersiz beslenme belirtilerini, yüksek bebek ölümlerini ve 150 yıl içinde nüfusun belki de 12 milyondan yaklaşık 1,8 milyona düşmesini içeriyor.

Kriz, diğer faktörlerin yanı sıra ormansızlaşma, yüzey suyunun kaybı ve aşırı işlenmiş, yıpranmış topraklarla bağlantılıdır. Meksika ve Peru, orta ve güney Meksika, Orta Amerika ve Güney Amerika’nın And Dağları bölgesini kapsayan geniş, yüksek kültürlü bir bölgenin merkezleriydi. Bu, ilk tarım uygarlıklarının evi olan Eski Amerika’nın kalbidir. Erken köy yaşamının ve temel uygarlık tekniklerinin -tarım, çömlekçilik, dokumacılık- bulguları bu bölgenin hemen hemen her yerinde bulundu. Son yıllarda, bu bölge büyük arkeolojik keşiflere sahne olmuştur. Meksika Vadisi’nde, güney Meksika’da ve körfez kıyılarında, Bolivya’nın yüksek platosunda ve Peru kıyılarının çöl kumlarında yapılan kazıların tümü, görkemli tapınakların, güçlü kalelerin, büyük şehirlerin ve kasabaların ve enfes sanat eseri olan seramiklerin ve dokumaların kalıntılarını ortaya çıkardı. Bel bulgularını tarihsel anlatımlarla birleştiren özel uzmanlar, Nükleer Amerika’nın tarihini yeniden inşa etmeye çalıştılar. Bu çabanın çerçevesi, belirli bir dönemin teknolojisine, sosyal ve politik organizasyonuna, belirli bir dönemin dinine ve sanatına dayanan bir dizi aşamadır. Bu aşamalar dizisine uzmanlar genellikle Arkaik, Biçimlendirici veya Klasik Öncesi, Klasik ve Klasik Sonrası adlarını verir. Bu şema, aşamalar arasında çok fazla kronolojik örtüşme ve bölgeden bölgeye bazı dönemlerin süresinde önemli farklılıklar ile ayrıntılı olarak belirsizdir. Arkaik aşama, yaklaşık dokuz bin yıl önce, Nükleer Amerika’nın birçok yerinde yiyecek toplama ve avcılıktan tarıma kademeli bir geçişin başlamasıyla başladı. Bununla birlikte, bu yeni başlayan tarım, bu toplumlarda devrimci değişikliklere neden olmadı. Binlerce yıl boyunca insanlar, eskisi gibi hemen hemen aynı ilkel tarzda yaşamaya devam ettiler. Sosyal gruplar küçüktü ve muhtemelen yarı göçebeydi. Dokuma bilinmiyordu, ancak dönemin sonlarına doğru bazı bölgelerde basit çanak çömlek ortaya çıktı. MÖ 2500 ile 1500 yılları arasında, Nükleer Amerika’nın çeşitli bölgelerindeki büyük bir kültürel ilerleme, Biçimlendirici veya Klasik Öncesi dönemi açtı. Bitkilerle yapılan gelişigüzel deneyler, gelişmiş, yüksek verimli çeşitlerin seçilmesine yol açtı. Bu ilerlemeler, nihayetinde, tamamen tarıma ve yerleşik köy yaşamına dayalı bir ekonomi üretti. Mısır ve diğer önemli evcilleştirilmiş bitkiler dikkatli ekime tabi tutuldu; bazı bölgelerde sulama devreye girdi; ve birkaç hayvan evcilleştirildi. Dönemin sonunda çömlekçilik ve dokumacılık oldukça gelişmiştir. Artan yiyecek üretimi, köylülerin insanlar ve tanrılar arasında aracı olarak hareket eden bir rahip sınıfını desteklemesini sağladı. Daha bol yiyecek ayrıca tören alanlarının inşası için işgücünü serbest bıraktı – tahta veya sazdan tapınaklarla kaplı toprak yığınları. Biçimlendirici dönemin sosyal birimi, bir veya daha fazla akrabalık grubundan oluşan bir köy topluluğuydu, ancak dönemin sonunda birkaç köyü birleştiren küçük beylikler gelişti. Toprak ve yiyecek nispeten bol olduğundan ve nüfus küçük olduğundan, savaşlar seyrek olmuş olmalı.

Latin Amerika Medeniyetlerinde su ve bereket tanrılarına tapınma merkezli din; insan kurban etme muhtemelen yoktu ya da nadirdi. Biçimlendirici dönemin ilerlemeleri, Hıristiyanlık döneminin açılışında başlayan ve yaklaşık MS 1000’e kadar süren Klasik dönemde doruk noktasına ulaştı. Bu Biçimlendirici dönemin ilerlemeleri, Hıristiyanlık döneminin açılışında başlayan ve yaklaşık MS 1000’e kadar süren Klasik dönemde doruk noktasına ulaştı. Klasik terimi, bu aşamaya damgasını vuran maddi, entelektüel ve sanatsal kültürün çiçeklenmesini ifade eder. Teknolojide temel bir değişiklik olmadı, ancak bazı bölgelerde sulama çalışmalarının genişletilmesi, gıda üretiminde artışa ve inşaat ve teknik görevler için insan gücünün serbest kalmasına neden oldu. Nüfus da arttı ve bazı bölgelerde gerçek şehirler ortaya çıktı. Mimari, çanak çömlek ve dokuma etkileyici bir stil düzeyine ulaştı. Astronomi, matematik ve yazı Mezoamerika’da (orta ve güney Meksika ve bitişik yukarı Orta Amerika) olduğu gibi metalurji de Peru’da gelişti. Daha önceki toprak höyükleri yerini, özenle süslenmiş ve tepesinde büyük tapınaklar bulunan devasa taş yüzlü piramitlere bıraktı. Yakınlarda inşa edilen saraylar ve diğer resmi binalar, her tören merkezini bir rahip tarafından yönetilen bir devletin idari başkenti haline getirdi. Rahipliğin ana yönetici sınıf olduğu toplumsal tabakalaşma zaten iyi gelişmişti. Bununla birlikte, Klasik dönemin sonlarında (belki de toprak ve su için daha fazla rekabetle birlikte nüfus baskısının neden olduğu) artan savaş vakası, başarılı savaşçılara daha fazla tanınma ve ödül getirdi. Din, geniş bir rahip sınıfı tarafından hizmet edilen ayrıntılı bir çoktanrıcılık haline geldi. Klasik dönemin tipik kültürleri, orta Meksika’nın Teotihuacán uygarlığı, güneybatı Meksika’daki Monte Albán kültürü ve güney Yucatán ve kuzey Guatemala’nın ova Maya kültürü idi. Meksika körfezi ovalarındaki Olmec uygarlığı, bazı Klasik özellikler sergiliyor, ancak genellikle Biçimlendirici’ye ayrılan zaman aralığı içinde kalıyor. Peru’da bu dönem en iyi kıyıdaki parlak Mochica ve Nazca uygarlıkları tarafından temsil edilir. Mevcut kanıtlar, Klasik aşamanın Mezoamerika, merkezi And bölgesi (Peru ve Bolivya’nın yaylaları ve kıyıları) ve Ekvador kıyılarıyla sınırlı olduğunu göstermektedir.

Klasik dönem, Nükleer Amerika’nın hem kuzey hem de güney uçlarında aniden sona erdi. MS 1000’den kısa bir süre önce veya sonra, Mezoamerika ve Peru’daki büyük Klasik merkezlerin çoğu iç savaş veya yabancı istilası nedeniyle terk edildi veya yok edildi. Neredeyse kesin olarak, bu medeniyetlerin düşüşü, daha uzun bir gerileme döneminin doruk noktası olarak geldi. Neredeyse kesinlikle, bu uygarlıkların düşüşü, daha uzun bir gerileme döneminin doruk noktası olarak geldi. Nüfus baskısı, toprak erozyonu ve aşırı haraç taleplerinin neden olduğu köylü isyanları, büyük Klasik şehir devletlerinin ve krallıklarının çöküşü için ileri sürülen açıklamalar arasındadır. Bu felaketleri, insanların belirsiz mücadeleleri ve göçleri olan bir Sorunlar Zamanı izledi. Sonra eskinin kalıntıları üzerinde yeni medeniyetler ortaya çıktı. Yaklaşık MS 1000’den 1500’e kadar olan Klasik Sonrası aşama, önceki dönemin yükseliş ve düşüş modelini daha büyük, daha karmaşık bir ölçekte tekrarlamış görünüyor. Tahkimatların ve müstahkem toplulukların sayısına yansıyan kronik savaş ve kentsel yaşama artan vurgu, bu aşamanın ayırt edici özellikleriydi. Bir diğeri, birkaç devletin tek bir güçlü devlet tarafından boyun eğdirilmesi yoluyla imparatorlukların kurulmasıydı. Egemen devlet, öncelikle kendi yönetici sınıflarının yararına olmak üzere, fethedilen halkın üretiminin bir kısmına el koydu. Aztek ve İnka imparatorlukları bu çağı simgeliyor. Klasik Sonrası dönemde teknolojide önemli ilerlemeler olmadı, ancak bazı bölgelerde sulama işlerinin ağı genişletildi. Savaşların sürekli büyümesi ve ticaretin yükselişi, soylular ve halk, zenginler ve fakirler arasındaki ekonomik ayrımları keskinleştirdi. Savaşçı sınıf, ana yönetici sınıf olarak rahipliğin yerini aldı. Emperyalizm, savaş tanrılarının ve insan kurban etmenin önemini artırarak dinin karakterini de etkiledi.

Sanat ve el sanatları, Klasik başarılardan bir miktar gerileme gösterdi ve bazı alanlarda tekstil ve çanak çömleklerin standardizasyonuna ve seri üretimine daha fazla eğilim gösterdi. Bir güç zirvesine ulaştıktan sonra imparatorluklar, Klasik atalarının sahip olduğu aynı parçalanma eğilimini sergilediler. Tiahuanaco uygarlığı ve Peru’daki İnka İmparatorluğu, imparatorluk büyümesinin iki devresini temsil etmiş olabilir, oysa ilk gerçek Meksika imparatorluk döngüsü, Aztek fetihleri, İspanyollar Amerika’yı fethettiğinde sona ermemişti. Üç yüksek uygarlık, Orta Amerika’daki Maya, Meksika’daki Aztekler ve Peru’daki İnkalar, diğerlerinin asıl olarak dışlanmasıyla ilgi odağını oluşturmuşlardır. Bu taraflılık anlaşılabilir: bu insanlar ve onların yaşam tarzları hakkında daha çok şey biliyoruz. Aztek ve İnka uygarlıkları, İspanyolların gelişiyle hâlâ serpilip gelişiyordu ve bazı fetihçiler gördüklerini canlı bir şekilde kaleme aldılar. Meksika ve Peru’nun Fethi’nin renkli hikayesi ve imparatorları Moctezuma (Montezuma) ile Atahualpa’nın mutsuz kaderi, tarihsel ve edebi ilginin Aztekler ve İnkalar üzerine odaklanmasına da hizmet etti. Ne yazık ki, bu insanları çevreleyen şöhret ve ihtişam, Maya, Aztekler ve İnkaların üzerine inşa ettiği kültürel temelleri atan seleflerinin başarılarını gölgeledi. MÖ 1000 gibi erken bir tarihte, Meksika Vadisi’nin sakinleri mısır, fasulye ve kabak tarlalarının ortasına kurulmuş küçük köylerde yaşıyorlardı. Toprağı kesip yak yöntemiyle işlediler, basit ama iyi yapılmış çanak çömlek ürettiler ve doğurganlık tanrıçalarına olan inancı akla getiren çok sayıda küçük kil figürleri ortaya çıkardılar. Eski Dünya’nın Hristiyanlık çağının açılmasıyla birlikte, daha resmi bir dinin ve yönlendirici rahipliğin kanıtı olan küçük, üstü düz höyükler ortaya çıktı. Çok daha önce (belki de MÖ 1500 ila 400 dönemini kapsayan), etkisi geniş ölçüde merkezi Meksika platosu ve Orta Amerika’ya yayılan körfez kıyısındaki ovalarda erken gelişmiş ve esrarengiz Olmec uygarlığı ortaya çıktı. Olmec kültürünün kökenleri, gelişimi ve ortadan kaybolması bir sır olarak kalıyor.

Latin Amerika Medeniyetleri

Olmec uygarlığının önemli unsurları, tören merkezleri, anıtsal taş oymacılığı ve heykeltıraşlığı, hiyeroglif yazı ve muhtemelen bir takvim sistemiydi. Başlıca Olmec siteleri, modern Veracruz eyaletindeki La Venta ve Tres Zapotes’tir. Olmec kültürünün keşfi ve sanat tarzının geniş çapta yayılmasının kanıtları, Maya uygarlığının Mezoamerika’da ilk olduğu şeklindeki eski görüşü savunulamaz hale getirdi. Olmec kültürünün Mezoamerika’nın ana uygarlığı olması muhtemel görünüyor. Biçimlendirici dönemin teknik, sanatsal ve bilimsel ilerlemeleri, Klasik dönemin zirveye ulaşan kültürel başarılarını mümkün kıldı. Meksika’nın merkezi dağlık bölgelerinde, Klasik dönem ihtişamla açıldı. Hristiyanlık çağının başlangıcında, Mexico City’den yaklaşık yirmi sekiz mil uzaklıktaki Teotihuacán’da, adını Güneş ve Ay’dan alan muazzam piramitler yükseldi ve heybetli tapınakların ve diğer binaların kümelerinin üzerinde yükseldiler. Tapınakları süslemek için kullanılan taş heykeller ve beton işçiliğinin harikulade zarafeti ve bitişi ile fresk resmi, Teotihuacán’lar arasında sanatın yüksek gelişiminin kanıtıdır. Daha sonra Aztekler tarafından Tlaloc olarak bilinen eski su tanrısı, Teotihuacán’ın baş tanrısı gibi görünüyor, ancak daha sonra Quetzalcóatl olarak bilinen jaguar dişli tüylü yılan da su ve bereketle özdeşleştirildi ve en büyük tapınakta belirgin bir şekilde görünüyor. Savaş ve insan kurban etme, nispeten geç bir aşamaya kadar ortaya çıkmadı. İyi huylu pozlar veren ve tanrılarının sembollerini giyen rahipler duvar resimlerine hakimdir. Teotihuacán’daki bu büyük tören merkezi kutsal bir alandı ve büyük olasılıkla yalnızca rahip soyluları ve onların hizmetkarları yaşıyordu. Daha uzakta, memurların, zanaatkarların ve tüccarların yaşadığı yerleşim bölgeleri vardı. Teotihuacán’ın en az 125.000 nüfusa sahip olduğu tahmin ediliyor. Yedi mil karelik bir alanı kaplayan şehrin varoşlarında, metropole yiyecek sağlayan büyük bir kırsal nüfus yaşıyordu. Kanal sulama ve yamaçlarda teraslama kullanan yoğun bir tarımın Teotihuacán uygarlığının ekonomik temelini oluşturması muhtemeldir. Din ve sanatının ağırlıklı olarak barışçıl yönüne rağmen Teotihuacán, yalnızca büyük bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda Guatemala yaylaları kadar uzak bölgeleri doğrudan kontrol eden bir askeri devlet gibi bir görüntü çizmektedir. Mezoamerika’daki diğer Klasik kültür merkezleri, Teotihuacán ile çağdaştı, ancak onun gölgesinde kaldı. Güneybatıda, Oaxaca’nın engebeli dağlarındaki Monte Albán’da, Zapotekler aynı zamanda gerçek bir şehir olan büyük bir tören merkezi inşa etti. Muhtemelen Olmec kökenli olan başarılarından biri, karmaşık bir hiyeroglif yazıdır.

Daha Fazla İspanyolca

2013 yılında yayımlanan “Yeni Başlayanlar için Temel İspanyolca” kitabının belli bir bölümünü içeren e-kitabı bu bağlantıdan indirin.

Bu kitap üzerindeki dersleri online olarak görmek isterseniz de Udemy’in ” 2 Dakika Temel İspanyolca ” kursuna kayıt olabilirsiniz.

Bu dil hakkında merak ettiğiniz tüm sorular ve cevapları ispanyolca sayfasında.

Sosyal Medya Hesaplarımız

Google grubumuz: ispanyolcom@googlegroups.com

Telegram grubumuz: t.me/ispanyolcaceviri

Twitter: @temelispanyolca

Youtube: @temelispanyolca

Bu ispanyolca içerik işinize yaradı mı?

Oyunuzu kullanın

Ortalama Oy Sonucu 0 / 5. Oylayan Kişi Sayısı 0

İlk oyu siz kullanacaksınız. Dikkatli düşünün